27 Şubat 2012 Pazartesi

25 Şubat 2012 Cumartesi

Büyük Resim

            Oysa ne güzel hayallerimiz vardı mayıs ayının 23'ünde söke söke aldığımız kupanın kutlamasını Saraçoğlu'nda izlerken. İlk 11'de 10 milli takım oyuncusu vardı, milli takımında oynamayan tek isim de kulüp efsanesi Alex de Souza'ydı sadece. Bir de bu kadronun üstüne daha da fazla takviye yapılacak, UEFA'dan, yayıncı kuruluştan, TFF'den ve sponsorlardan gelen paralarla yaklaşık 100 milyon dolarla Türkiye'de şampiyonluklara Avrupa'da ise büyük başarılara imza atacaktık. Ama olmadı. Aldılar hayallerimizi elimizden. Daha ilk duruşmalarda paçavraya çevrilen bir iddianemeyle, kurgulanmış tapelerle, bilinçaltlarınaki nefretlerle, yıllarca saha içinde acı çektirdiğimiz herkes deyim yerindeyse çıldırmış, ağızlarından köpükler saçarak kuduz köpekler gibi üstümüze geldi. Ciğerlerini satsanız üç kuruş etmeyecek adamların söylediği laflara eğik başlarımızı kaldırarak cevap bile veremedik. "Biz şike yapmadık", "niye tutuklu futbolcu ya da hakem yok", "kulüp bütçesinden açıklanamayan tek kuruş bile yok neyle şike yaptık" sözlerimize aldığımız karşılıklar daha da alçakçaydı. Medya tarafından linç edilmeye başlandık. Devlet tarafından statları yapılan, örtülü ödenekten milyonlarca dolar söğüşleyen, ödeyemedikleri vergileri yine devlet tarafından temize çekilen kulüplerin taraftarları kanıtlanmış bir suç yokken ana avrat küfretti yöneticilerimize. İddianamenin daha ilk duruşmada delik deşik edildiğini yarım asırlık Galatasaray kongre üyeleri bile kabul etti artık.
               Madem saha dışına bakmayı seçiyorlar biz de saha dışına bakmaya devam edelim o zaman. Aylardır sayısız defa buluşan TFF ve UEFA neler konuşuyorlar acaba? Her buluşmalarında Fenerbahçe mi var? Varsa ne şekilde? UEFA'nın Fenerbahçe'yi önümüzdeki sezon da Şampiyonlar Ligi'nde istemediği açık ama ligin gidişatı Fenerbahçe'nin bir şekilde ligi ilk ikide bitirip Play-off'lara avantajlı bir şekilde gireceğini gösteriyor. Yani Şampiyonlar Ligi bileti için gişelerin önünde sıraya girmiş vaziyette. Bir defa daha soralım o zaman: TFF ve UEFA neler konuşuyor? Biraz geri çekilelim ve büyük resme  bakalım: her hafta saha içinde tekme tokat dayak yiyen bir Fenerbahçe ve bunlara sesini çıkarmayan hakemler (Bu akşamki Eskişehirspor maçında Eskişehirsporlu futbolculara çıkarılmayan minimum 10 sarı kart! Alper Potuk adlı futbolcuya çıkarılmayan sarı kart sayısı 6!! Geçen hafta Sivassporlu Enaramo'nun görmesi gereken minimum 5 sarı kart!!! Ondan öncekii hafta Karabükspor maçında yine dörder beşer sarı kart alması gereken oyuncular vardı ancak rakip takımlar hiçbir zaman eksik kalmıyor ve dövüş sporlarına tam gaz devam ediyorlar !!!!). Şimdi daha büyük resmi gördüysek bir kere daha soralım: TFF ve UEFA neler konuşuyorlar? Yanıt gayet basit: UEFA, Fenerbahçe'yi Şampiyonlar Ligi'nde görmek istemiyor ve bu nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin pek de umurunda değil.
               Saha içini konuşalım dediğimizde kaçanlara cevabımdır bu yazı: Alın size saha dışı!

20 Şubat 2012 Pazartesi

Buongıorno Juve

Stadio Oreste Graniollo'da  çalan son düdük, siyah beyazlıların 29. şampiyonluğunu ilan ediyordu. Reggina'yı 2-0 yenen Juventus, şampiyonluk sevincini ikinci kez üst üste yaşıyor ve formasına üçüncü yıldıza takmaya sadece bir şampiyonluk kalıyordu.Ama bu tablo kısa bir süre sonra kabusa döndü.Sezonu sadece bir mağlubiyetle bitiren ve bir sonraki sezon daha da güçlenerek uzun zamandır kazanamadığı Şampiyonlar Ligini kazanmayı hedefleyen Juventus'un önüne  bir engel çıkmıştı: Mayıs ayında patlak veren ve kendilerinin de dahil olduğu şike soruşturması...Klüp, suçlu bulunması durumunda şampiyonluklarının silinmesi ve Serie B'ye düşme tehlikesi ile karşı karşıyaydı.
14 Temmuz 2006,İtalya futbolunun çehresini değiştiren gün olarak tarihe geçti.Calciopoli skandalının yargılanma süreci bitmiş, kararlar açıklanmaya başlamıştı. Juventus,Milan,Fıorentına ve Lazıo suçlu bulunmuş, federasyon dört klübün de küme düşmesine karar vermişti.Temyiz sürecinde Milan,Fıorentına ve Lazıo paçayı kurtardı.Ama Juventus için sonuç değişmiyordu.Serıe A tarihinin en çok şampiyonluk yaşayan takımı, 2006-07 sezonunu Serıe B'de geçirecekti...
Serıe B'ye düşmek , Juventus için iki devrin sonu demekti.Bunlardan birincisi Inter'le beraber paylaştığı Serıe B'de oynamayan yegane takım olma sıfatını kaybetmek, diğeriyse artık dünya üzerindeki en güçlü takımlardan biri unvanını belki de sonsuza kadar rafa kaldırmak. Calciopoli öncesinde Juventus, Serıe A'da iki sene üst üste şampiyon olmuş,2003 yılında  Şampiyonlar Ligi'ni penaltılar sonucu kaybetmiş, her sezon transfer piyasasının en güçlü isimlerinden biri olmuş, kadrosunda dünyanın  en iyi futbolcularının bulunduğu bir takımdı.Serıe B'ye düşmesinin kesinleşmesiyle bu kadronun dağılacağı kesindi.Basın, takımın üzerine akbabalar gibi üşüşmeye başlamıştı.  Küme düşme kararı çıkmadan önce Juventusluları az da olsa sevindiren açıklama takım kaptanı Del Pıero'dan geldi. " Takımı bu zor günlerinde asla terk etmeyeceğim.Küme düşme kararı çıksa bile taraftarlarla birlikte klübü hak ettiği yere taşıyacağız" diyordu kaptan.
Ancak birçok oyuncu aynı görüşü paylaşmıyordu. Çok geçmeden yaprak dökümü başladı.Yılın futbolcusu seçilen Fabio Cannavaro ve orta saha Emerson, Real Madrid'e; Lilian Thuram ve Gıanluca Zambrotta Barcelona'ya; Zlatan İbrahimoviç ve Patrick Vıera Inter'e gitti.Efsanevi teknik direktör Fabıo Capello da Cannavaro ve Emersona katılarak Real Madridin yolunu tuttu.Anca Buffon, Nedved ve Trezeguet gibi isimler çok kolay takım bulabilecek olmalarına rağmen Del Pıeroyla birlikte Torino'da kalmayı tercih ettiler.Didier Deschamps önderliğinde klüp tarihinin ilk Serıe B sezonu başlamıştı artık. Neyse ki, Juventus 9 puan geride başladığı Serıe B'yi 85 puanla rahat bir şampiyonlukla bitirdi. Takım Serıe A'ya çıkarken Del Piero attığı 21 golle gol kralı oluyordu.Asıl zorlu serüven şimdi başlayacaktı.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Haftanın Fotoğrafı


Maradona&Pele . Rıo de jenerıo-1979
Beckenbauer ve Rummenigge antrenman sırasında.

The Good, The Bad and The Ugly

                Başlık Pep'in 3-4-3 kumarı, Gözü dönmüş bir egomanyağın zaferi ya da The Observer da olabilirdi. 'Olabilecek' olan başlıkları açıklayarak başlıyorum. 
        Pep'in 3-4-3 kumarı: Guardiola'nın kafasındaki plan büyük ihtimalle tüm sahayı parselleyerek rakibe nefes aldırmadan, sürekli pas yaparak Barcelona'nın farklı sonuçlar almasına yol açan 4-3-3 sistemini bir üst 'level'e çıkarmak. Yaklaşık çeyrek yüzyıl önce ülkemize de uğrayan Guus Hiddink'in efsanevi PSV performansının sistemi olan 3-5-2'yi uygumaya çalışırken yaşadığı zorlukları hatırlayın, sıradan bir takımı Avrupa şampiyonluğuna taşıyan sistemi denemeye çalışan bir çok takım ağır mağlubiyetler almaya başlayınca bu sevdadan vazgeçmişti. Yeniden günümüze dönersek, günümüzün tartışmasız en iyi futbolunu oynayan takımı Barcelona 'bir üst level operasyonu' başarıya ulaştırabilirse, zaten halihazırdaki sisteme anti-tez üretememiş bir futbol dünyası ne yapabilir ki? 09/10 sezonunda İnter'in yaptığı bu anti-tez'e en çok yaklaşan 'şey'di. O anti-tezin yaratıcısı olan Mourinho maç sonu bizzat "kalenin önüne otobüs değil gerekirse uçak" koyardım dememiş miydi? Barcelona'yı durdurabilmek için bilumum ulaşım aracından faydalanmayı bir kenara bırakırsak, Rijkaard göreve geldikten sonra Cruyff'un sistemini bir üst seviyeye çıkarmakla uğraşırken on binlerce beyaz mendil ellerdeydi Camp Nou'daki birçok maçta ama Laporta arkasında durdu ve bugünkü takımın temelleri atıldı. Bugün aynı zorlukları Guardiola'da yaşıyor ama ona beyaz mendil sallayacak ellerin sahipleri kendilerini teşhir edecek kadar akıl tutulması yaşamıyorlar. Bu sezon deplasmanda kazanılan maç sayısı 'iki' elin parmaklarını geçmiyorken Real Madrid gibi bir makineyle şampiyonluk mücadelesi vermeleri de epey zordu zaten. Pep'in kumarı bu sezon için sadece Kral Kupası'yla son bulacak gibi gözüküyor.
                 Gözü dönmüş bir egomanyağın zaferi: 90'lı yıllarda Sir Bobby Robson'la Portekiz'de tanıştığında da Chelsea ve İnter'le yaptığı ilk basın toplantısında da aynı şeyi söylemişti "I'm Jose Mourinho". YılmazVuralvari bir egodan çok GregoryHousevari bir egoya sahip olan Mourinho, FM oynuyor gibi yapıyor işini aslında. Mütevazi sayılabilecek bir Avrupa takımını önce UEFA daha sonra da Şampiyonlar Ligi Şampiyonu yaptı, Premier Lig'e gitti ve yarım asırdır şampiyon olamayan 'sonradan görme' bir takımı şampiyon yaptı ve finale çıkaramasa da sürekli Şampiyonlar Ligi'nde zirveye oynattı; 2004-05 sezonunda yarı finalde Liverpool'a elenirken Anfield'de oynanan ikinci maçta bariz hakem hatalarıyla elenmeleri onları İstanbul'da Ancelotti'nin çalıştırdığı Milan'ın rakibi yapamadı ki daha sonra Mourinho-Ancelotti rekabeti Milano şehrinde uzun sayılabilecek bir süre devam edecekti. Tuhaftır, Mourinho ayrıldıktan 1 buçuk yıl sonra Hiddink'in çalıştırdığı Chelsea yine bir hakem faciasıyla Guardiola'nın Barcelona'sına elenecekti (Chelskov'un hikayesine ileride ayrı bir yazıyla değinmek gerek). Mourinho her takımda yaptığı gibi Real Madrid takımına da ikinci yılında damga vurdu. Gol rekoruyla ve Kral Kupası'yla geçirdiği ilk sezonun ardından muhteşem bir galibiyet oranıyla Real Madrid'i 10 puan farkla zirveye çıkardı, Şampiyonlar Ligi grubundanki tüm maçlarını kazanarak bir üst tura çıktı anca Kral Kupası'nda havlu attı. İlk sezon oynanan 5 El Classico maçında 3 mağlubiyet, 1 beraberlik ve 1 mağlubiyet aldı ve sadece 1 kupa kazanabildi. Takımı şampiyon yapan Capello'yı "takımı iyi oynatmıyor" diye kovan bir camiadan bahsediyoruz ama şu anda Mourinho'dan daha iyisini bulamayacakları da bir gerçek. Kulübün gayrı resmi yayın organı Marca'da yer alan bir habere göre Alman Milli Takımını yaratan adam Löw, Real Madrid'in başına geçmek için hali hazırdaki takımıyla olan sözleşmesinin bitmesini bekliyor. Mourinho'nun İngiltere özlemini de göz önüne alırsak krallarının takımında Jose'li bölümler fazla uzun sürmeyecek gibi gözüküyor. Real Madrid'in ligde (ülkemizin güzide spor medyasının icat ettiği şekliyle) şampi... olması ve (Barcelona'nın dış saha performansına bakarak söylüyorum) Şampiyonlar Ligi'nin en büyük favorisi olması ve tüm bunlara eklenen "I'm Jose Mourinho" egosu sezon sonunda meydana gelecek bir ayrılık ihtimalini daha da güçlendiriyor. "Real Madrid şampiyon olabilir ama Barcelona'nın kendine has bir oyun tarzı var bunu yapamadılar" diyenlere ise aşağıdaki pas organizasyonu şeması katın olsun:
                  The Observer: Sezon başında oynanan İspanya Süper Kupası ikinci maçı sonunda çıkan olaylarda 'gözcülük' yapan adam kısa sürede futbol dünyası için bir kült karaktere dönüşmüştü. O adam, El Classico maçlarında ikiye bölünen futbol dünyasını temsil ediyor aslında. Mourinho'dan itibaren dozu katlanarak artan Real Madrid - Barcelona rekabetine ait her maçta tüm dünya nefesini tutup izliyor 90 dakikayı. Bu yıl da tüm futbol dünyası olarak 'The Observer' rolünü oynayarak takip ediyoruz rekabeti.

                13 Şubat'ta oynanan Real Madrid - Levante maçının 44.dakikasında penaltıyı kullanmaz üzere topun başına gelen Ronaldo, kaleci Munua ve hakemin yüzlerinin yakın çekimde gösterilmesiyle ilgili maçı anlatan Ercan Taner "İyi, Kötü ve Çirkin'in final sahnesi gibi" demişti. Bu sezonu tasvir eden en iyi laflardan biriydi.