15 Şubat 2012 Çarşamba

The Good, The Bad and The Ugly

                Başlık Pep'in 3-4-3 kumarı, Gözü dönmüş bir egomanyağın zaferi ya da The Observer da olabilirdi. 'Olabilecek' olan başlıkları açıklayarak başlıyorum. 
        Pep'in 3-4-3 kumarı: Guardiola'nın kafasındaki plan büyük ihtimalle tüm sahayı parselleyerek rakibe nefes aldırmadan, sürekli pas yaparak Barcelona'nın farklı sonuçlar almasına yol açan 4-3-3 sistemini bir üst 'level'e çıkarmak. Yaklaşık çeyrek yüzyıl önce ülkemize de uğrayan Guus Hiddink'in efsanevi PSV performansının sistemi olan 3-5-2'yi uygumaya çalışırken yaşadığı zorlukları hatırlayın, sıradan bir takımı Avrupa şampiyonluğuna taşıyan sistemi denemeye çalışan bir çok takım ağır mağlubiyetler almaya başlayınca bu sevdadan vazgeçmişti. Yeniden günümüze dönersek, günümüzün tartışmasız en iyi futbolunu oynayan takımı Barcelona 'bir üst level operasyonu' başarıya ulaştırabilirse, zaten halihazırdaki sisteme anti-tez üretememiş bir futbol dünyası ne yapabilir ki? 09/10 sezonunda İnter'in yaptığı bu anti-tez'e en çok yaklaşan 'şey'di. O anti-tezin yaratıcısı olan Mourinho maç sonu bizzat "kalenin önüne otobüs değil gerekirse uçak" koyardım dememiş miydi? Barcelona'yı durdurabilmek için bilumum ulaşım aracından faydalanmayı bir kenara bırakırsak, Rijkaard göreve geldikten sonra Cruyff'un sistemini bir üst seviyeye çıkarmakla uğraşırken on binlerce beyaz mendil ellerdeydi Camp Nou'daki birçok maçta ama Laporta arkasında durdu ve bugünkü takımın temelleri atıldı. Bugün aynı zorlukları Guardiola'da yaşıyor ama ona beyaz mendil sallayacak ellerin sahipleri kendilerini teşhir edecek kadar akıl tutulması yaşamıyorlar. Bu sezon deplasmanda kazanılan maç sayısı 'iki' elin parmaklarını geçmiyorken Real Madrid gibi bir makineyle şampiyonluk mücadelesi vermeleri de epey zordu zaten. Pep'in kumarı bu sezon için sadece Kral Kupası'yla son bulacak gibi gözüküyor.
                 Gözü dönmüş bir egomanyağın zaferi: 90'lı yıllarda Sir Bobby Robson'la Portekiz'de tanıştığında da Chelsea ve İnter'le yaptığı ilk basın toplantısında da aynı şeyi söylemişti "I'm Jose Mourinho". YılmazVuralvari bir egodan çok GregoryHousevari bir egoya sahip olan Mourinho, FM oynuyor gibi yapıyor işini aslında. Mütevazi sayılabilecek bir Avrupa takımını önce UEFA daha sonra da Şampiyonlar Ligi Şampiyonu yaptı, Premier Lig'e gitti ve yarım asırdır şampiyon olamayan 'sonradan görme' bir takımı şampiyon yaptı ve finale çıkaramasa da sürekli Şampiyonlar Ligi'nde zirveye oynattı; 2004-05 sezonunda yarı finalde Liverpool'a elenirken Anfield'de oynanan ikinci maçta bariz hakem hatalarıyla elenmeleri onları İstanbul'da Ancelotti'nin çalıştırdığı Milan'ın rakibi yapamadı ki daha sonra Mourinho-Ancelotti rekabeti Milano şehrinde uzun sayılabilecek bir süre devam edecekti. Tuhaftır, Mourinho ayrıldıktan 1 buçuk yıl sonra Hiddink'in çalıştırdığı Chelsea yine bir hakem faciasıyla Guardiola'nın Barcelona'sına elenecekti (Chelskov'un hikayesine ileride ayrı bir yazıyla değinmek gerek). Mourinho her takımda yaptığı gibi Real Madrid takımına da ikinci yılında damga vurdu. Gol rekoruyla ve Kral Kupası'yla geçirdiği ilk sezonun ardından muhteşem bir galibiyet oranıyla Real Madrid'i 10 puan farkla zirveye çıkardı, Şampiyonlar Ligi grubundanki tüm maçlarını kazanarak bir üst tura çıktı anca Kral Kupası'nda havlu attı. İlk sezon oynanan 5 El Classico maçında 3 mağlubiyet, 1 beraberlik ve 1 mağlubiyet aldı ve sadece 1 kupa kazanabildi. Takımı şampiyon yapan Capello'yı "takımı iyi oynatmıyor" diye kovan bir camiadan bahsediyoruz ama şu anda Mourinho'dan daha iyisini bulamayacakları da bir gerçek. Kulübün gayrı resmi yayın organı Marca'da yer alan bir habere göre Alman Milli Takımını yaratan adam Löw, Real Madrid'in başına geçmek için hali hazırdaki takımıyla olan sözleşmesinin bitmesini bekliyor. Mourinho'nun İngiltere özlemini de göz önüne alırsak krallarının takımında Jose'li bölümler fazla uzun sürmeyecek gibi gözüküyor. Real Madrid'in ligde (ülkemizin güzide spor medyasının icat ettiği şekliyle) şampi... olması ve (Barcelona'nın dış saha performansına bakarak söylüyorum) Şampiyonlar Ligi'nin en büyük favorisi olması ve tüm bunlara eklenen "I'm Jose Mourinho" egosu sezon sonunda meydana gelecek bir ayrılık ihtimalini daha da güçlendiriyor. "Real Madrid şampiyon olabilir ama Barcelona'nın kendine has bir oyun tarzı var bunu yapamadılar" diyenlere ise aşağıdaki pas organizasyonu şeması katın olsun:
                  The Observer: Sezon başında oynanan İspanya Süper Kupası ikinci maçı sonunda çıkan olaylarda 'gözcülük' yapan adam kısa sürede futbol dünyası için bir kült karaktere dönüşmüştü. O adam, El Classico maçlarında ikiye bölünen futbol dünyasını temsil ediyor aslında. Mourinho'dan itibaren dozu katlanarak artan Real Madrid - Barcelona rekabetine ait her maçta tüm dünya nefesini tutup izliyor 90 dakikayı. Bu yıl da tüm futbol dünyası olarak 'The Observer' rolünü oynayarak takip ediyoruz rekabeti.

                13 Şubat'ta oynanan Real Madrid - Levante maçının 44.dakikasında penaltıyı kullanmaz üzere topun başına gelen Ronaldo, kaleci Munua ve hakemin yüzlerinin yakın çekimde gösterilmesiyle ilgili maçı anlatan Ercan Taner "İyi, Kötü ve Çirkin'in final sahnesi gibi" demişti. Bu sezonu tasvir eden en iyi laflardan biriydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder